HAYIR, ASLA!
Böyle demişti bir zamanlar Allah Resülü en kritik bir zamanda. En sevgilinin en isabetli bir tercihiydi bu. Evet deseydi bugün Taif diye bir şehirden ve şehirliden bahsedilemezdi. O’nu ve arkadaşı Hz. Zeyd’i taşlamışlar. Ayaklarından kanlar akıyordu. Bu tebliğ seferinin tek meyvesi Hz. Yunus (a.s) un hemşerisi Hz. Addas idi. Dünyalar O’nun olmuştu. Çünkü bir kişi daha Müslüman olmuş kaptanlığını yaptığı gemiye binmişti. Çok eziyet etmişlerdi. Ne önemi vardı. Mikail, Cebrail ile çıkageldi. İstersen Taifi yerle bir edeceğim. Sana yapılanı Allah gördü. O, İse; hiç düşünmeden Hayır, asla! Diyordu.
Zaman yaşlanıyor, ancak O’nun getirdiği her şey gençleşiyor. Tanıyanlar, sevenler ise; gün geçtikçe artıyor. Artık “Kutlu Doğum Haftası” bir başka kutlanıyor, ilgi alaka ise; katlanıyor O’na karşı. Bu yazıyı yazmamdaki ilham kaynağı aslında bir lise öğrencisi. Öğrencimiz, Allah Resülüne bir mektup yazmış hüzünlenerek, belki de ağlayarak. Çok beğendim. Siz değerli okuyucularımla da paylaşmak istedim, buyurun efendim:
EY KUPKURU ÇÖLLERİ CENNETE ÇEVİREN GÜL…!
Sana hitapla başlayınca düğümleniyor kelimeler. Belki yüzüm olmadığındandır. Nasıl yüzüm olsun ki? Sen böyle mi bırakmıştın ümmetini? Unuttuk Seni hayatın karmaşasının içinde. Sultanım… Oysa Sen bizi unutmamıştın.”Ümmeti” diyerek açtığın güzeller güzeli gözlerini, yine “Ümmeti” diyerek kapatmıştın. Biz sana layık ümmet olamadık Sultanım… Ve ümmetinin hepsi cennetin kapısından girene kadar şefaat etmek için bekleyeceğini söylemiştin. O şefaati hak edecek bir hayat yaşayabildik mi Efendim?
Ya Resülalalh, Senin yaşadığın dönemde yaşamıyorum. Ama sanki o dönemde yaşıyormuş gibi yakın olmak istiyorum Sana. Seni tanımak, bilmek, kutlu doğumunla başlayıp veda haccıyla son bulan muhteşem hayatını anlamk istiyorum. Seni anlamak istiyorum...Sen ümmetinin kurtuluşu için çırpınmışsın. Ben de Senin aşkınla Seni anlamak, Seni duymak için çırpınmak istiyorum Ey sevgili, en sevgili…
Senin hayatını öğrenmek… Evet, bunu istiyorum. Ama insan buna nasıl dayanır ki? Bir hasırın üzerinde yatıp, yüzünde hasırın iz bıraktığını öğrenince, utanmaması mümkün mü yumuşak yatağında yatan insanın? Sen gece vakti açlıktan yollara düşerken, günlerce o mübarek ağzına tek lokma koyamayıp açlık takatini kesince namazını oturarak kılarken, biz bu rahatlık içindeki hayatı yaşayıp sonra nasıl bakacağız yüzüne Efendim...Sana layık olamadık biz. Hiç yüzümüz yok. “Bizi ümmetin olarak kabul eder misin” demeye. Ama Senin şefaatından mahrum kalmak başımıza gelebilecek en kötü şey. Kevser havuzunun başında ümmetini topladığında orada olabilmek, Ay’dan daha parlak yüzüne bakarak sana “Efendim” diyebilmek ise; en büyük hayalimiz… Bu hayalden mahrum bırakma bizi Efendim… Öğrencimize bu duygu yüklü ve oldukça da anlamlı yazısı için teşekkür ediyorum. İsmet MERT