Sevgili gençler, ve kendini genç kabul edenler,
Benim ve yaşıtlarımın çocukluğu, şimdiki çocuklarımızın yaşadıklarından çok farklıydı. Televizyon, radyo, bilgisayar yoktu. Okula gitmek için servisler yoktu. Şimdi, sizlere zor beğendirdiğimiz giysiler ve oyuncaklar da yoktu. Hatta, Kaledran’dan on beş günde, bilemedin haftada bir taşıt geçerdi. Tepemizden, arada bir geçen uçakları, kara taşıtlarından daha sık görürdük.
Giysilerimizi genellikle annelerimiz, ablalarımız dikerdi. Zaten coğu giysilerin kumaşları, yine köyümüzde, usta teyzeler tarafından dokunurdu. İçimizde, ayakkabısı olanlar (Kara lastik) Parmakla gösterilecek kadar azdı. Kaledran’da en bol bulunan şey yoksulluktu. Ama, tüm çocuklar, tüm aileler eşitti: Yoksulduk yani…
Değerli gençler, şimdi sizlere bakıyorum, bizden çok farklısınız. Bizim sahip olamadığımız pek çok şeye sahipsiniz. Sizleri kıskanmıyorum, imreniyorum.
Gençler, tüm bunlara karşın, sizin sahip olmadığınız, belki de hiç sahip olamıyacağınız ayrıcalık ve şanslarımız vardı bizlerin.
Biz özgürdük. Evet, şimdi sizden esirgenen bu lüks ayrıcalık, bizim için bir nimetti. Bütün günü oynayarak, eğlenerek geçirme şansımız vardı. Kedimiz, köpeğimiz, buzağımız, ineğimizle dostluk kurma, onlarla oyun arkadaşı olma şansımız vardı. Oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. Ağaçtan tüfekler, sapanlar, tellerden arabacıklar yapar, bunları arkadaşlarımızla paylaşırdık.
Eve dönme zamanımız, oyuna doymamıza ya da acıkmamıza bağlıydı. Gündüzler yetmez, akşamlarımızı da ailecek, komşularımızla birlikte geçirirdik.
Gençler, şimdi sizin pek çok olanaklarınız var. Eğitim olanağınız, bizim kuşağa göre çok ileri.
Tüm bunlara karşın, özgürlüğnüz elinizden alındı. Sizlere, ağır sorumluluklar yüklendi.
Ne diyelim, sizlere sabır ve özgür gelecekler dilerim.
Sevgili gençler,
Size, bizim kuşaklara ait bir yazardan aldığım, BENİM ÇOCUKLUĞUM adlı yazıyı aşağıda sunuyorum.
Bizim çocukluğumuza bir göz atmanızı ve kıyaslama yapmanızı sağlar umarım.
Hepinizin gözlerinden öpüyorum.
Hoşça kalın…
Abdulkadir GÜNDÜZ
BENİM ÇOCUKLUĞUM
Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta babanım bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi,hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki
En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik.
Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden,
kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine girip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu.
Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.
Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştılırdık. Polisler gelmezdi
kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,
onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi,
en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.
Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık.
Düşerdik, ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik.
Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.
Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki.
Komşumu tanımıyorum ama evinin camında temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş
hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var içinde yaşayan yok.
Parklarımız var içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar…
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..
Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında ” vale ” lerin, ” bady ” lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.
Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?
Yoksa hak mı ettik?
ya sizce ?
www.kaledran.com