HIZLI NÜFUS ARTIŞI
Yakın zamana kadar hangi sorun tartışılsa "hızlı nüfus artışı", "göç" ve "çarpık kentleşme" üçlemesiyle karşılaşma olasılığı yüksekti. Karar alıcılar daha çok hızlı nüfus artışını ve göçü, toplumsal muhalefet ise sorunun daha çok çarpık kentleşme boyutunu vurgulayan açıklamalar yapardı. Bunlar, izlenmesi ve anlaşılması güç süreçler olduğu için, siyasi ortamda, toplum ve karar alıcıların müdahale alanı dışında kalan "doğal bir gelişme" olarak gösteriliyordu. Kontrol altına alınması çok zor olan bu üç sürece işaret edildiğindeyse birçok tartışma, henüz başlarken sona eriyordu. Hızlı nüfus artışı, kente göç ve çarpık kentleşme... Kötü haberciler olarak mahşerin üç atlısına benzetebileceğimiz bu süreçler, Türkiye'nin yaşadığı baş döndürücü toplumsal dönüşümün alamet-i farikasına dönüşmüş durumda. Bu üç süreç, deprem, sel, sis, fırtına gibi, istesek de karşı çıkamayacağımız, olsa olsa sonuçlarını yönetebileceğimiz doğal afetlere benzetiliyor.
Siyasiler, farklı eğilimlerde olsalar da, bu üçlü gerekçelendirmeyi yaygın olarak kullanıyorlar. Çünkü gündeme gelen sorun ne olursa olsun bu argüman siyasetçilerin pek beğendiği hassas, kapsamlı ve ikna edici bir karşı çıkış oluşturabiliyor. Örneğin, kentsel ulaşım, altyapı, eğitim ve sağlık sistemlerinin düşük hizmet kalitesi gündeme geldiğinde, yatırım kaynakları kısıtlı, hızlı nüfus artışı, göç ve çarpık kentleşme sorunlarıyla boğuşan bir ülkede daha fazlasının yapılamaz olduğu hatırlatılıyor.
Türkiye'de, yaşı 50'nin üzerindeki kuşaklar, mahşerin üç atlısını gündeme getiren bu argümanların kalkınmacı dönemde yerleşik hale geldiği, 1980'li yılların ardından da tedricen önemsizleştiği konusunda büyük ölçüde birleşiyor. Nitekim doğu ve güneydoğunun azgelişmişliği ve yüksek göç oranı olmasa, nüfus artışı artık hiç gündeme gelmeyeceğe benziyor. Tersine, son zamanlarda Türkiye nüfusunun yaşlandığı, pazarımızı, gelişme hızımızı ve dış politikadaki ağırlığımızı koruyabilmemiz için çiftlerin, "en az üç hayırlı evlat" yetiştirmesi gerektiği de vurgulanıyor. Tarımsal kırsal nüfusun genç nüfus ağırlıklı yapısından, kentsel toplumlara özgü bütün yaş gruplarının eşit ağırlıkta olduğu kararlı nüfus yapısına dönüşümü "demografik geçiş" olarak adlandırılıyor.
Dr. F. Shorter, Türkiye Nüfusu, 1923-1994: Demografi Yapısı ve Gelişimi başlıklı çalışmasında Türkiye'nin şu an yaşanan demografik geçiş döneminden, çocukların yararlandığına dikkat çekiyor: "Geçmişte 0-14 yaş aralığında her çocuk için bir yetişkin üretken vardı.
1980'li yılların başında ailelerin çocuklarına olan oranı yükselmeye başladı. Türkiye 1990'lı yıllara girerken, çocuklar da şanslı bir döneme girdi. Gelecek 20 veya 30 yılda, ekonomik büyüme sürerse aileler daha fazla kaynağa ve ilgilenecekleri daha az sayıda çocuğa sahip olacak. Böylece, çocukları için çok daha fazlasını yapabilirler." Kentlerdeki nüfus dinamiklerini açıklamak zordur. Çünkü kentler, ülkelerin aksine büyük nüfus hareketlerine açıktır.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri İstanbul. Türkiye'de toplam doğurganlık hızı ölümlülükten daha hızlı düşerken, İstanbul nüfusu yarım yüzyılda 10 kat artmış durumda. Nüfus bilimciler bu durumu, göçün yaş seçici niteliği, yani "göçmenin doğmamış çocuğunu birlikte getirmesi" olarak açıklıyor. Göç, çocuklar ve yaşlı nüfustan çok, çalışabilir ve çocuk doğurabilir yaşta olanları ilgilendiren bir süreç olduğundan,istanbul’ve Antalya’ Mersin’e gelen bir kadın ve erkek, burada evlenip iki çocuk sahibi olduklarında, kentin nüfusunun 4 kişi birden artmasına neden oluyor. BİLAL ÇAPAN